İşaret Dilinin Sesmerkezciliğine Meydan Okuyuşu
- Cem Barutçu
- Jul 8, 2024
- 4 min read
Updated: Jul 9, 2024

2021'de Washington DC'deki Gallaudet Üniversitesi'nin yakınlarındaki bir kafede, her ay düzenlenen felsefe kulübü toplantılarında, sağır ve işiten akademisyenler, öğrenciler, araştırmacılar ve farklı disiplinlerden misafirler bir araya gelir. Bu kulüpte, insanlık tarihi boyunca dillerin ve iletişim biçimlerinin çeşitliliğinin kültürel zenginliğimiz için ne denli önemli olduğunu gözlemlemiştim. Bu çeşitli topluluk, Jacques Derrida'nın fonosentrizm (Sesmerkezcilik, iletişimde konuşma dilini önemseyen ve yazılı iletişimi ikincil gören bir dilbilim yaklaşımıdır.) eleştirisini ve bu eleştirinin sağır kültür üzerindeki derin etkilerini tartışmıştık. Sağır bireylerin dil hakları ve kültürel kimliklerinin sıklıkla göz ardı edilmesine neden olmuştur. Sağır kültürleri ve işaret dilleri, bu önyargıların etkisi altında kalmıştır. Sağır Çalışmaları hareketi, bu meydan okumaların merkezinde yer alarak işaret dillerinin ve sağır bireylerin kültürel kimliklerini sunmayı hedeflemiştir. H-Dirksen Bauman’ın 2008 tarihli makalesine dayanarak, Derrida, Batı medeniyetinde sesin yazıya üstünlüğü fikrinin derinlemesine kök salmış bir yanılgı olduğunu ileri sürer ve bu yanılgıyı 'en özgün ve güçlü etnosentrizm (Etnikmerkezcilik, bir kişinin kendi etnik grubuna aşırı bağlılık göstererek diğer kültürleri kendi kültüründen değerlendirdiği ve kendi kültürünü temel aldığı bir duygudur.)' olarak niteler. 'Gramatoloji Üzerine' adlı eserinde, ses ve yazı arasındaki ikili karşıtlığı yapısöküm yaparak (Yapısöküm, metinlerin içsel anlamını ve yapılarını keşfetmeye odaklanan bir post-yapısalcı yaklaşımdır.), yazının ses karşısında ikincil ve değersiz görülmesine neden olan temel varsayımları sorgular. Logocentrizm, (Sözmerkezcilik, Batı felsefesinde kelimelerin, dış dünyanın gerçekliğini doğru bir şekilde yansıtmada merkezi olduğunu savunan bir kavramdır. Derrida'ya göre bu terim, Batı düşüncesinde "varlığın metafiziği" anlamında kullanılır.) sesin yazıya göre daha doğrudan ve gerçek olduğu, düşüncenin ses yoluyla ifade edilmesinin daha üstün bir dil biçimi olduğu inancını içerir. Derrida, yazının konuşma gibi ertelenme ve farklılaşma süreçlerine tabi olduğunu belirterek, anlamın daima kaygan ve değişken olduğunu vurgular. Bu perspektif, ülkemizde işiten topluluğun tutumları üzerinde belirleyici olabilir, işitenler genellikle sesin değerini sürekli olarak öne çıkarır ve bu bağlamda işaret dilini üçüncü sınıf olarak değerlendirir.

1970'ler ve 1980'lerde gelişen Sağır Çalışmaları hareketi, işaret dillerinin bağımsız ve zengin diller olarak tanınmasını amaçlamıştır. Bu dönemde işaret dilleri genellikle konuşma dillerinin basit bir uzantısı olarak görülüyordu. Ancak William Stokoe'nun öncü çalışmaları, Amerikan İşaret Dili'nin (ASL) kendine has dil bilgisini ortaya koyarak bu algıyı değiştirmiştir. Stokoe'nun araştırmaları, beynin dil işleme kapasitesinin sadece işitsel değil, aynı zamanda görsel-manuel modaliteleri de kapsadığını göstermiştir. Bu keşif, sağır bireylerin ve işaret dillerinin dilsel ve kültürel zenginliğini kabul etmek için yeni bir anlayışın kapılarını aralamıştır.
1975 yılında Tom Humphries tarafından tanımlanan 'odizm' kavramı, işitenlerin sağır ve işitme engelli bireyleri baskıladığı kişisel ve kurumsal tutumları ifade eder. Odizm, sağır ve işitme engelli bireylerin eğitimde işaret dili kullanmalarının yasaklanmasına ve sadece oralist eğitimde dudak okuma yöntemlerine zorlanmalarına neden olmuştur. Bu süreç boyunca sağır ve işitme engelli bireyler, fiziksel ve psikolojik şiddetin çeşitli biçimlerine maruz kalmış ve bu durum dil deprivasyonuna yol açmıştır. Dil deprivasyonu, erken yaşlarda işaret diline veya uygun iletişim araçlarına erişimin olmaması durumunda, dil becerilerinin, akademik başarının ve sosyal iletişimin olumsuz etkilenmesine neden olmuştur. Bu durum, fonosentrizmin (sesmerkezcilik) şiddetini ve sağır topluluklar üzerindeki etkisini vurgulamıştır. Ayrıca, Alexander Graham Bell gibi önde gelen isimler tarafından desteklenen öjenik (Öjenik, engelli, hasta veya homoseksüel bireylerin ayıklanmasını ve sağlıklı bireylerin çoğaltılmasını savunarak bir insan ırkının 'ıslah edilmesi' amacını taşıyan bir politikadır.) hareket, sağır bireylerin evlenmesini yasaklayan ve onları duyan dünyaya asimile etmeyi amaçlayan politikalarla sağır bireyleri daha da marjinalleştirmiştir. Bu kampanya, insan nüfusundan sağırlığın yok edilmesini amaçlamıştır.
Dilbilimci Ferdinand de Saussure, dilin işaret ve anlamdan oluşan bir sistem olduğunu belirterek dilbilimin temelini atmıştır ve fonetik dilleri ayrıcalıklı kılmıştır. Saussure ve takipçileri, işaret dillerini somut fenomenleri ifade etmekle sınırlı ve soyut düşünceleri ifade edemeyen diller olarak görmüşlerdir. Derrida ise, Saussure'un modeline meydan okuyarak işaret dillerinin ikonikliği ve görsel-mekansal doğasının önemini vurgulamıştır. Derrida, sağır kültürü veya işaret dilleriyle doğrudan ilgilenmemiş olsa da, Stokoe'nun 1970 yılına kadar yaptığı çalışmalar Amerikan İşaret Dili'nin (ASL) zengin dilbilgisini, görsel-mekansal ve anlamsal yapılarını ortaya koymuştur; bu da işaret dillerinin bağımsız ve kompleks diller olarak tanınmasına ön ayak olmuştur. Derrida'nın çalışmaları, genellikle yazı ve konuşma üzerine odaklanmış olup, işaret dillerini marjinalleştiren tarihsel ve metafizik önyargıların toplumsal etkilerini yaygınlaştırmıştır. Ancak, Stokoe'nun bu çığır açan çalışmaları, işaret dillerine yönelik bu önyargıların azaltılmasına ve toplumsal algının değişmesine önemli katkılar sağlamıştır.
Sağır ve işiten akademisyenler, Sağır Çalışmaları esnasında, sağır kültürlerinin ve işaret dili poetikasının (Poetika, şiir sanatıyla ilgili kuramları açıklayan bir eserdir.) logocentrik (sözmerkezci) ve fonosentrik (sesmerkezci) önyargılara karşı duruşunu güçlendirir. Fonosentrizmin tarihsel ve metafizik köklerine meydan okuyarak, işaret dillerinin görsel-mekansal, dilsel ve kültürel zenginliğini tanımanın önemini vurgularız. İşaret dilleri, mekansal ilişkiler ve görsel ipuçları kullanarak çok boyutlu bir iletişim biçimi oluşturur ve geleneksel doğrusal dil anlayışına alternatif yollar sunar. Bu yaklaşım, sağır bireylerin ve işaret dillerinin tam anlamıyla değer gördüğü adil bir dünya inşa etmeyi amaçlar.
Bu derinlemesine ve çok katmanlı tartışmalar, benim felsefe kulübümüzdeki tartışmalara katılımımı ve bu konular üzerine düşüncelerimi şekillendirmiştir. İşaret dilinin sadece bir iletişim aracı olmadığını, aynı zamanda bir kültür ve kimlik taşıyıcısı olduğunu savunurken, işaretin hakim olduğu dünyada işaret dillerinin nasıl bir direniş ve varoluş aracı haline geldiğini gözlemlemek benim akademik ve kişisel ilgi alanımı derinden etkilemiştir.
Türkiye'ye baktığımızda, yapacak çok işimiz olduğu açıkça görülüyor. Sağır Çalışmaları hareketinin ilkelerinden ve sağır topluluklarının tarihsel mücadelelerinden ilham alarak, toplumun zenginleşmesine ve daha adil, daha kapsayıcı bir dünya yaratılmasına katkıda bulunacağız. Dil manzarası yaratabileceğimiz bir gelecekte, işaret dilinin ve sağır kültürünün zenginliği, toplumsal dokunun edebiyat ve poetika ile bütünleşmiş bir unsuru olacak. Eğitimden sokaklara, sanattan bilimsel çalışmalara kadar her yerde işaret dilinin yankılandığı, sağır kültürünün doğuşunu göreceğiz.
Yazan: Cem B.




Comments